Murat DEMİR
Gölhisar İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü
Tarih Öğretmeni
Askerilerin meslek hayatlarında bir takım aşamalardan geçerlerdi. Örneğin kadı ilk atandığında tevkit denilirdi. Bu atama aşamasında çalışma süresi bir veya iki yıldır. Süre dolumun da ma’zuliyet aşamasına geçer ve tevkit süresi kadar beklerdi. Daha yüksek bir kadının yanında giderek bilgi ve becerisini arttırırdı. Bu aşamalardan sonra mütekait dönemi gelirdi. Ma’zuliyet aşamasına kapıkulları dâhil değildi. Askeri sınıf hayatları boyunca vergi vermemişlerdir. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’nde askeri sınıfa mensup olmak önemli bir statüydü. Reayanın vergi vermesini irdelediğimizde, Osmanlı Devleti’nin hangi esaslara göre vergi aldığını saptamamızda yarar vardır;
Vergilendirme, sistem içerisinde Şer’i ve Örfi olarak ikiye ayırmaktayız. Şer’i vergiler, İslam Hukukundan kaynaklanan vergilerdir. Öşr ve Salariye vergileridir. Toplum içinde üretim faaliyetinde bulunanlardan alınır ve en büyük özelliği ise ayni yanı ürünün belli bir miktarı üzerinden alınmasıdır. Sistem vergi hükümlülüklerini erkek üzerinde endekslediği gibi esas baremini hane olarak almaktadır. Hanede de evli olan erkektir. Bu vergilerin yanında Müslüman olmayanlardan alınan cizye ve haraç vergisi de bulunurdu. Gayr-i Müslimler bu vergiler karşılığında bazı görevlerin dışında bırakılmasından kaynaklanmaktadır. İşin özünde ise bu durum hukukla ilgilidir. Bir Gayr-i Müslim memleketine İslam hükümdarı geldiğinde karşı çıkmaz, kılıç çekmezse zimmi olurdu. Onun can, mal ve ibadet güvencesi oraya egemen olan Müslüman hükümdar sağlardı. Bunun karşılığında cizye ve haraç alınmıştır. Gayr-i Müslimler gelirlerine göre belirli gruplara ayrılmış ve kendi gelirlerine göre vergi vermişlerdir.
Toplanan vergilerin büyük bölümü ayni olarak alındığından devlet bir havale sistemi yaratmıştır. Bu iş görevlilere tevcih edilmiştir. Onlardan bu hizmetin yerine getirilmesi istenilmiştir. Bu durum Tımar Sistemini yaratmıştır. Bu bağlamda Tımar Sisteminin oluşması vergi toplama zaruretinden kaynaklanmaktadır.
Örfi vergiler ise daha önceden belirlenmiş ve şeriatın izin verdiği ölçüde alınmıştır. Raiyyet rüsumu altında alınan vergilerdir. Üretim yapan kişinin tasarrufunda bulundurduğu toprağın büyüklüğü, medeni ve üretim durumuna göre verdiği vergidir. Osmanlıda yaklaşık bir dönüm toprağa bir çift denilmiştir. Vergi nakdi olarak alınmıştır. Esnaftan da dükkân başına bir akçe alınmıştır. Kişinin medeni hali vergilendirmede önemli bir belirleyici etkendi.
Osmanlı sistemi kendisindeki önceki devletlerin angarya cinsinden hükümlülükleri paraya çevirmiştir. Bunun yanında Bab-ı hava (Niyabet Rüsumu) adı verilen bir vergi türü de bulunurdu. Bu vergilendirme türünün en önemli özelliği genel güvenlikle ilgilidir. Vergiler daha önceden tahmin edilemediğinden bab-ı hava adı verilmiştir (evlenme vergisi, müjde gani vergisi gibi).
Bunların yanında her zaman alınmayan avarız vergisi de bulunurdu. Bu vergi harp zamanında veya afet olduğunda alınırdı. Bu vergi itibari birimlerden alınırdı. Bu vergiyi toplamak için kazalarda kadılar görevliydi. Vergi için avarız defteri tutulurdu. Avarız vergisi nakdi ve ayni olarak alınırdı. Nüzul ve sürsat (aynı cinsten) alınma gerçekleştirirdi. XVI.yy’ın sonlarına kadar gerektiği zaman alınan vergi, daha sonra devamlı hale gelmiştir. Avarız vergisinden muaf olanlar devlete hizmet görürlerdi (derbent güvenliği, doğan veya şahin yetiştiriciliği gibi). Menzilcilerde bu vergiden muaftılar.
D) Şehirli Grupların (Tüccarlar, Esnaflar) Özellikleri ve Yapısı: Osmanlı toplumunun önemli yapı taşlarından biride şehirlerde yaşayan gruplardı. Şehir yaşamının en önemli faktörlerinden birincisi tüccarlardı. Osmanlı toplumunda ticaret iki türlü yapılırdı. Bu etkinliğe göre de iki tür tacir var diye biliriz. Bazı bölgelerde bir mal bol olabilir, tüccar malı bol bölgeden daha az veya kıt olan bölgeye götürmesi ve satması sonucu bir ticaret faaliyeti gerçekleşmiş olurdu. Bu tür tüccara Tacir-i Seffar denilmiştir. Tacir-i Seffarlık iki şekilde cereyan ederdi. Birincisi tüccar konaklıya konaklıya malını satardı yani ticaret yaparak giderdi. İkincisi ise tüccar malın bol olduğu yerde stoklar ve kendisinin vekilleri aracılığıyla mal sevkiyatını yapardı. Bu ikinci ticaret türü spekülasyona bağlı bir ticarettir. Bu tür tüccara Tacir-i Mütemekkin denilmiştir.
Bir de bunların yanında loncalara bağlı esnaflar vardı. Asıl tüccarlar kayıt altına alınmamışlardır fakat lonca erbabı birçok kurallara bağlı tutulmuştur. Tüccarlar gümrük, bac, ihtisap vergilerine tabii idi. Bu vergiler Osmanlı topraklarında kanunnamelere göre ayarlanmıştı. Gümrük vergisi hem ihraç hem de ithal ürünlerden alınırdı. Gümrük vergisinden kaynaklanan rejimde öncelikle mal akımını düzenlemek ve hazineye gelir sağlamak öncelikli işti. Bunun için her sancakta gümrük resmi vardı. Bac resmi yiyecek maddelerinden alınırdı. Bu vergiye çoğu kayıt da bac-ı bazar da denir. Tüccar sınıfı kendi etnik mensubiyetlerine göre şehirlerdeki mahallelerinde ikamet ederlerdi. Etnik mensubiyete göre mahallelerde oturma şehir yapılanmasının en önemli betimlemesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı şehir hayatının değişmez unsuru esnaf gruplarıydı. Bunlara Ehl-i Hiref de denirdi. Mal ve hizmet üreten rızıklarını temin eden anlamındadır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi otoritesinin zayıflamasıyla esnaf gruplarının şehir güvenliğini de ele aldıklarını görmekteyiz. Osmanlı Devleti’nin oluşumu klasik dönem ve sonrasında mesela Celali İsyanları sırasında da bu grupların şehir güvenliğini ele aldıklarına tanık olmaktayız. XI yy’da meydana gelen siyasi boşluk, Moğol istilası ve yaşananlar bu grupların köklü bir geleneğe sahip olmasını sağladılar. Bundan dolayıdır ki büyük bir kısmı ahlak kuralları olan kendi geleneklerini yarattılar. Bu kurallara fütüvvet kuralları adını vermekteyiz.
Osmanlının güçlenmesiyle ve özellikle Türk Birliğini sağlamasıyla birlikte siyasi otoritenin boşluğundan kaynaklanan bağımsız karakterlerini yitirerek bir meslek teşkilatı haline dönüştü.
Osmanlı Devleti’nde bütün esnaf gruplarının bir hiyerarşisi kendi içlerinde bulunurdu. Esnaf grubunun lideri “Ahi Baba” adını verdikleri şahıstır. Ahi Baba ve makam olarak onun altında olan Şeyh sembolik özelliği vardır. Şeyhin makam olarak altında bulunan kethüda (yiğitbaşı) loncanın yani esnaf grubunun en fonksiyonel kişisiydi. Aslında esnaf grubunu kethüda yönetirdi. Bunların altında sırasıyla üstatlar, kalfalar ve şakirtler gelirdi. Esnaf grubunun kendi aralarında seçtikleri yöneticilerini kadıya bildirilerdi. Kadının kaleme aldırdığı bir name ile merkezden seçilen lidere berat gönderilirdi. Seçilen lider, esnaf grubu içerisinde düzeni sağlamak, esnaf olacakları (üstatları) belirlemek, aralarına yabancıların karışmasını engellemek, şakirtlerin alınmasını denetlemek, ham madde teminin ve esnaf grubu arasında adil olarak dağıtmak, denetim ve standartlara uygunluğu gözetlemekle mükellefti. Ayrıca Muhtesip de esnafı denetler ve ceza verirdi. Esnaf grupları arasında oluşturulan sandıktan % 1 gibi faizle ihtiyaç sahibi esnafa borç parada verilirdi. Osmanlı Devleti’ndeki esnaf örgütlenmesi XIX yy’a kadar önemini sürdürdüğünü görmekteyiz.
Osmanlı şehirlerini irdelediğimizde ana fonksiyon olarak şehir hayatının önemli olduğunu görmekteyiz. Osmanlıların kökeni göçebedir ama devlet kurulduktan sonra hızla göçebeleri yerleşik hayata geçirme ana politikası olmuştur. Bu yüzden çoğu zaman göçebelerle çatışma yoluna bile gitmiştir. Osmanlı sultanları abat etme ve şenlendirme tabirini kullandıkları olgu boş bir mekânı yerleşik hale getirmektir. Devletin asker toplama ve vergi tahsili çok doğal bir refleks olduğuna göre yerleşikten bu iki işlevi daha rahat icra edecektir. Şehirlerin yapılanmasında ana yapıyı mahalle olarak görmekteyiz. Devlet mahalle yapısını gözetirken asayişi yani düzeni koruma birinci hedef olarak görmektedir. Kişiye değil de gruba konulan vergilerin tahsilinde mahalle yapılanmasının esas alındığını görmekteyiz. Taşrada da mahalle yapılanmasına gidilmiştir. Mufassal defterlere gerek şehir gerekse de taşradaki yerleşiklerin (vergi hükümlüsü erkeklerin) kayıtları bulunurdu. Bir Osmanlı şehrindeki mahallelerin hangi binalardan oluştuğu ve buralarda kimlerin yaşadıkları defterlere kayıt edilmiştir. Mahallelerin yöneticisi olarak (XIX. yy’da muhtarlıkların tanzim edilmesine kadar) imamları görmekteyiz. Şehrin veya beldenin kadısı tarafında mahalleye yiğitbaşıları atanmıştır. Yiğitbaşılarının kim olacağı ahali tarafından kadıya bildirilmesi de diğer önemli bir konudur.
Şehirlerin gıda başta olmak üzere zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için gereken önemler sıkı sıkıya alınmış ve akrep pazarlar daima taze yiyeceklerle takviye edilmesine özen gösterilmiştir. Osmanlı şehirlerinde okul (=mektep), medrese, han, hamam, kütüphane, şifahane, cami, tekke ve zaviye, imarethane, çarşı, boyahane vb. tesislerin yapılmasına önem verilmiş ve vakıf kuruluşları da bu tesislerin yaşatılması yönünde faaliyet sürdürmüştür.
E) Taşra da Yerleşim Özellikleri ve Yapısı: Taşranın güvenliğinde her şeyden önce yol güzergâhlarına daha da dikkat edilerek özen gösterilmiştir. İslamiyet öncesi Türk Devletleri de dâhil olmak üzere kurulan devletlerde yol güvenliği bir saygınlık meselesi olarak algılanmıştır. Yollar yapmak, köprüler inşa etmek, hanlar veya kervansarayları menzillere yerleştirmek için gerekli çalışmalar yapılırdı. Takriben
Yol güvenliği için derbentlerde kurulmuştu. Özellikle zor geçilen yerlerde olmasından dolayı güvenlik açısından önemli bir yere sahiptiler. Derbentlerde güvenliği sağlayanlar, derbent bölgesinde bulunan veya bu iş için yerleştirilmiş olan köylülerdi. Derbent de bulunan köylüler bu hizmetlerinden dolayı vergilerden muaftılar. Derbent de bulanan köylüler aynı zamanda yolculara ve tacirlere rehberlik yaparlardı. Taşrada yol güvenliği sağlayan ve hizmet eden kuruluşlardan biride tekkelerdi. Değişik tarikatlara bağlı olan tekkeler bir nevi derbentçilerin bulunmadığı sarp yerlerde gelen geçene konaklama dâhil hizmet verirdi. Özellikle Rumeli de bulunan tekkeler ilerde yerleşecek Türklerin önünü açmak için çalışmalar yaparlardı. O sarp, verimsiz yeri ağaçlandırma, bostan ekme, ilk yapıları kurma gibi önemli faaliyetleri gerçekleştirirlerdi. Şayet orada gayr-i müslim var ise Osmanlı yönetiminin propagandasını yapardı.
Osmanlı yönetim tarzı köylünün üretici olmasına yönelik bir mekanizma kurmuştur. Üretici köylü, devletin nazarında kıymeti yüksekti. Köylü kendi ihtiyacı olan mamulü ürettiği gibi şehirlerin ihtiyaçlarını da karşılardı. Klasik Osmanlı düzenin ana unsuru tımar sistemidir. Devlet vergi toplama, asker edinme ve güvenliği sağlama gibi ihtiyaçlarının çok büyük oran da taşrada sağlardı. Taşra askerin ucuza mal edildiği yerdir. Klasik dönem de yeniçeri sayısının azlığı yanında (7-8 bin) 150 veya 180 bin sipahiyi ile oranladığımızda gerçeği görmüş oluruz. Her şey de olduğu gibi köylüde Osmanlının kayıtları altına alınırdı. Devlet köylünün yer değiştirmesine sıcak bakmazdı. Köylünün üretici olması ve yerinde kalması için gerekli kanuni tedbirler (çift bozan gibi) alınırdı. Tımar sahibi sipahilerin köylünün üretimde bulunması için gereken önlemi almak zorunda olduğunu değişik belgelerden bilmekteyiz. Tohumluk bulma, çift sürecek hayvanatı temin ve güvenlik tedbirleri alma bunlardan bazılarıydı. Şehirlerdeki mahalle yapılanması gibi köylerde de yerleşim merkezinin ortasında cami bulunurdu. Köylünün ziraat faaliyeti sonucu ürettiği mamul üzerinden verdiği vergi ile hükümlülüğünü yerine getirirdi. Bu iş ya sahib-i arza, ya da toprak üzerinde bir vakıf var ise vakfa yapılırdı. Bazen de temlik koyulmuşsa temlik sahibine yapılırdı. Sahib-i arz dediğimiz sipahi toprağın gerçek sahibi değildir. Yollar ve mezarlıklar dışındaki toprak, miri yani hünkârındır. Sipahi aldığı verginin karşılığında devlete cebelü adı verilen askeri besler, bakar ve harp zamanında orduya katılırdı. Orduya intikal edeceği sırada defterlerden yoklama yapılırdı. Müslüman köylü resm-i çift adıyla vergi verirdi.
Taşra hayatının diğer önemli unsuru da konargöçerlerdi. Osmanlı nizamnamelerin de bunlar da kayıt altına almıştır. Konargöçerlerin en büyük özelliği aşiret yapılarından kaynaklanmaktadır. Ana üretim alanları hayvancılıktı. Resmi kayıtlarda cemaat adıyla kayıt altına alınan konargöçerler oba adını verdiğimiz çadırlar topluluğu da (sosyolojik açıdan) vasıflandıra biliriz. Doğuda bazı Kürt (cemaat-i ekrad) aşiretleri bulunurdu. Konargöçerlerin ekserisi Yörük (cemaat-i etrak) obalarıydı. Yörük obaları kıl dan veya keçeden çadırlarda yaşarlardı. Özellikle Rumeli’ye iskân edilen Yörüklerin 30 kişilik ocaklarının başına Yörük Subaşısı adı verilen kişi tayin edilerek göçebelerin güvenliği, düzeni ve devletle olan rabıtaları sağlanmış olurdu. Konargöçerleri yerleştirme faaliyetiyle Osmanlı Devleti Rumeli ve adalarda güvenliğini sağlamış oldu. İleri hat boyunca Rumeli de ilerleyen Osmanlı ordusunun gerisi korunmuş oldu. Konargöçerlerin ödediği vergiler ise ağnam (koyun), ağıl ve otlak vergileriydi. Bunun yanında konargöçerler derbent güvenliğini de ifa ederdi. Rumeli de Yörükler den oluşan gruplar ordunun ikmal ve levazım malzemelerini taşıdığı gibi istihkâm işlerinde de ilgilenirlerdi (konuyla ilgili detaylı bilgi Yörükler ve Osmanlı Devleti adlı araştırmamda okuyucularımıza sunacağım).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder